Üstadın Kendi Kaleminden..
Bilindiği gibi bizde Polifonik musikî ile ilgilenmenin tarihi yüzkırk yıl içine sığmaktadır. Buna rağmen çok sesli musikînin şimdiki yaygın daha çok tanınma devresi Cumhuriyyet İnkılabı'ndan iğtibaren gösterilebilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan zaman içinde Batı musikisi yalnız ve mensûbu çevrelerde küçük bir ilgi halinde kalmış, halk kitlelerine inecek gayret ve hareketten uzak tutulmuştur.
1826 da Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra gelen yenilikler arasında musiki de vardır. Devrin padişahı II. Mahmud tarafından kurulan Saray Bandosu bizde çok sesli musikiye ilk adım olarak bilinmektedir. 1908 Meşrutiyet inkılabından sonra memleketin başına gelen ve birbirini izleyen felâketli yıllar, temeli atılmış sayılan müzik hakkında, ilerlemek şöyle dursun, o tarafa eğilimi bile fazla buluyordu. Bu sırada münferid çalışmalar istisnâ edilirse genel bir harekete rastlanamaz. Saray içinden çıkamayan bu tarz musikî bu sebeble uzun bir zaman en aydın bir zümre içinde bile rağbet görmüş değildir.
Biz Meşrutiyet çocukları memlekette geniş bir geçmişi olması hasebiyle, etrafımızı saran tek sesli musikî ve okullarda söylediğimiz tek sesli şarkılarla ( ki gına dersi olarak okul programlarında yer alırdı ), ilâhîlerle beslendik. Bu arada tek-tük muhitini bulmuş bağzı gençlerin Alafranga musikîye meyil gösterdikleri, bu işde ehil bilinen Lövanten ustalardan ders almağa başlamaları fakat hiçbir zaman temelli bir müzik bilgisine sahib olamadan, sırf bir yenilik olsun diye bu çalışmaları yaptıklarını Cumhuriyete kadar geçen zaman içinde görülmemiş değildir.
Tamamiyle Alaturka musikînin hakim olduğu bir devirde sesim müsaid olduğu için bulunduğum okullarda küçük yaşımdan iğtibaren musikî işlerinin hocaları tarafından bana havale edilmesi bende ilk çalışmalara başlangıç oldu. Öğrendiğimiz ve öğrenip öğrettiğim şarkılara bir ikincisini eklemek ve bunu arkadaşlarıma bütün iğtirazlarına rağmen öğretmek hevesi tamamiyle içimden gelen sevk-i tabiî neticesiydi. Bu hisledir ki çok sese karşı bağlılığım benim bu yola girmeye sevketti.
İşte yine o yaşlarda bir enstrüman öğrenme hevesi bende yenilmez bir arzu halini aldı. Bulunduğum şehir ve muhitin müsaadesizliğine rağmen aldığım bir flüt ve metodla, kendi kendime flüt çalmayı öğrendiğim gibi bu arada yine kendi gayretimle beş anahtardan nota okumayı ve bağzı solfej bilgilerini öğrenmeyi başardım. Çocuk yaşımda, 1926 yılına kadar flütle meşgul olmam bağzı eserleri tanımama yardım ettiği gibi evimde dörd-beş arkadaşla yaptığım toplantılarda hem çalıyor hem de bu küçük topluluklar için yazmağa özendiğim ve bilgiden mahrum küçük eserlerim, beste tecrübemin başlamasına yardımcı oldu. İşte bu arada toplantılarımızı hem reng vermek hem de bir telli çalgı öğrenmek hevesi bende viyolonselle ilgilenmeyi hazırladı. O sıralarda İstanbul'dan uzakta bir Trakya kasabasında bulunuyordum, bu saz tanınmadığı ve hocası da bulunmadığı için metod olarak ilk çalıştıktan sonra 1927 yılında dörd sene önce açılmış olan İstanbul Konservâtuvarı'nın viyolonsel bölümüne girdiğim zaman bir şeyler biliyorum zannediyordum. Halbuki orada karşılaştığım birkaç arkadaş bambaşka bir metodla yetişmiş, icrâ kabiliyyetleri geliştirilmiş bir hoca kontrolünde yetişmenin bütün niğmetlerinden faydalanmmış kimselerdi. Ben kısa zamanda görgüden ve bilgiden mahrum olduğumu anlamakta gecikmedim. Nitekim, ilk olarak, rahmetli hocam Sezâi Assaf'ın arzusu üzerine iddialı bir şekilde çaldığım Gabriel Fauré'nin Elégie'si hiç te beğenilmemişti. Artık her işi baştan almak, hiçbir şey bilmiyormuş gibi tekrardan başlamak icâb ediyordu. Ben de öyle yaptım. Fakat beni asıl meşgul eden arzu ve heves duyduğum Armoni bilgisizliğimin de giderilmesi idi. Bunu kendi kendime yapmaya imkân göremiyordum. Cahil, cesur olur, derler, doğrudur. Müzikle ilgimin metodlu bir hâle gelişi artık cesaretimi kırmıştı. Her adımı hesaplı atmayı öğrenmiş, bu gibi yüksek teori'nin kendi kendine olamıyacağını öğrenmiştim. Tabiî konservatuvarın o bölümünde çalışmam, sırasıyla Armoni, Kontrpuan,dubl kontrpuan, füg enstrümantasyon, orkestrasyon öğrenmem 1934 yılına kadar sürdü. Bu arada ilk olarak 1922de hocam Sezâi Assaf'ın bir türküsünü arzu üzerine orkestra etmem ve o zaman tek olan İstanbul'daki orkestra ile konserde çaldırmam, bana kompozisyon alanında ilk hamleyi cesâretle yaptırmış oldu.
Viyolonsele gelince, üç senelik sıkı çalışmadan sonra artık bütün topluluklara katılacak duruma gelmiş, eser tanımak ve deşifre bakımından çok istifade ettiğim o zaman İstanbul'da bulunan beyaz Rusların ve Lövantenlerin, sinema, gazino, restoranlardaki topluluklarının çoğunda viyolonsel ile yer alma suretiyle, aranır olmuştum.
Bandoya olan sevgim, çocuklıuğumda başlamış, halâ da devam etmektedir. Çünki ilk çok ses zevkini ancak onda buldum. Özel bir çalışma ile bir topluluğun bütün çalgılarını teker-teker tanımak, akorunu öğrenmek ancak 1931 yılında mümkün oldu. İlk olarak hazırladığım bando aranjmanları hiç falsosuz gittiği için bu yolda bana ayrıca ümid kapıları açılmıştı. 1932 de, telabeliğime devam etmekle beraber yaptığım askerlik görevinde bulunduğum tümenin bandosu bu alanda gelişmeme vesile olmuş, bando için hazırladığım yüzden fazla aranjmanı, geniş tecrübe imkânlarıma ve sevdiğim bir konuyu öğrenmeme yardımcı olmuştur. 1935 te İstanbul Valisi'nin arzusu üzerine hazırladığım iki bando eseri Şehir Bandosu'nda yer aldığı zaman bu alanda tecrübelerimin oldukça arttığını gördüm. Daha sonraları 1937 de Riyâset-i Cumhur Bandosu için hazırladığım ilk büyük eser, Rahmetli Şef İhsan Künçer, Veli Kanık tarafından çok beğenilmiş ve devam etmem için ayrıca teşvik etmişlerdi. Bu teşvikler üzerinedir ki hazrıladığım ilk senfonik bando eseri müteaddid çalınmalardan sonra, R.Cumhur Kütüphânesi'ne mâl edilmiştir.
1934 te yazdığım ilk piyano eserleri, o zamanın değerli piyanisti Ömer Refik Yalkaya'nın bir resitalinde yer almıştı, ben de besteci olarak halka tanıtıldım. İki Türkü adını taşıyan bu piyano eserleri resmî bir konserde ilk defa çalınan eserleridir. Bu eserler ile İki Türkü ve Ninni adını taşıyan diğer piyano eserim matbûdur.
İlk senfonik orkestra eserlerim 1938 den iğtibâren C. Başkanlığı Senfoni orkestrası'nda Dr. PRAETORİUS tarafından çaldırılmakla başlamış, bundan sonra da yurt içinde ve dışında, radyo konserlerinde yeralmıştır. Bu arada birçok yerli topluluklarda ve oda müziği konserlerdeki programlarda eserlerim görülmüştür.
1938 de Bursa Konservatuvarı olan Müzik Evi'ni kurmaya dağvet edildim, üç yıl müdürlüğünde bulunduğum bu müessisenin kuruluş gününde dağvetliler arasında PAUL HİNDEMİTH de bulunmuş, 1934 de İstanbul Konservatuvarı müdürü tarafından tanıtıldığım ve piyano eserlerim verildiği için beni unutmamış olan bu zekî zât, beni orada görünce derhal hatırlamış ve bana: "Zaten sizden ümid ederdim." diye iltifatta bulunmuştu. .... Bundan sonraki zaman benim ikinci çalışma devrem olmuştur.
1940 ta İstanbul'da Çocuk Esirgeme Kurumu nâmına resmî hüvviyyette ilk çocuk korosunu kurdum. Üç-dörd sesli şarkılar söyleyen bu koro dağılıncaya kadar on yıl yönettim. Maddî imkânsızlıklar daha fazla devama meydan vermedi. Öğrencilerim arasında yetişen isim sâhibi olmuş, bugünün değerli san'atçıları bulunduğu gibi, Ankara ve İstanbul Operası korolarında görevli san'atçılar da bulunmaktadır.
1943-44 yıllarında Ankara'da Dr. Praetorius tarafından çaldırılan eserlerim sayesinde, o zamanın Cumhur Başkanı İSMET İNÖNÜ'nün iltifatına mazhar oldum, şahsî takdir mükâfatını aldım. Bu cümleden olarak Ankara'da kalmam için vâkî dağvetine, âilevî vaziyetimin İstanbul'dan ayrılmağa müsaid olmaması gerekçesiyle, teşekkür ederek müsaade buyururlarsa çalışmalarıma yine İstanbul'da devamım ricasında bulunmuştum. Bu iltifat neticesidir ki, 1952 yılına kadar aldığım aylık parti tahsisiatı çalışma imkânlarımı kolaylaştırmıştı. Bu ilgi ve iltifâtı her zaman şükranla yadederim.
Basın hayatım bana talebeliğimden bugüne kadar gelen bir hatıra gibidir. Bu müddet zarfında çsşitli gazete ve dergilerde, çocuklar ve büyükler için san'at yazılarıma hâlâ devam etmekteyim.
Okul çalışmaları olarak, çeşitli okullarda görev yağtığım gibi, Şişli Terakki Lisesi'nde yirmi üç yıl görev yaptım.
1954 de ARTHUR HONEGGER'in tetkikinden geçen ve yarışma neticesi olan bir orkestra eserim üçüncü sân'at mükâfâtı almıştı. Bu eserde kullandığım millî ritmler o büyük besteciye çok yabancı geldiği için, çalınması imkânsız görünmüş, mütalasında: "Kuvvetli bir orkestrasyon fakat bu ritmlerin çalınması imkânsız" kaydıyla üçüncülüğe düşürüldüğü anlaşılmıştır. Halbuki bunlar bize çok kolay gelen çünki musikîmizin karakterinde bulunan aksak usullerdir.
1956 da Dış İşleri Bakanlığı, Protokol Dairesi tarafından, yeni Libya Devletinin de millî marşının yazılması görevi verildi. Bu arada yeni kurulan Malezya Devletinin de millî marşının, Ürdün Devleti'nin millî marşının da memleketimizdeki bando ve orkestra uygulaması da tarafımdan yapılmıştır.